Şirketlerin kurumsallaşma düzeylerinin bulanık çok kriterli karar verme teknikleri ile değerlendirilmesi

06.03.2018 tarihli ve 30352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile 18.06.2018 tarihli “Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge” gereğince tam metin erişime açılmıştır.Günümüzde giderek artan rekabet koşullarında işletmelerin hayatta kalmaları giderek zorlaşmaktadır. Hayatta kalmayı başaran işletmeleri, kaybeden işletmelerden ayıran en önemli özellik kurumsallaşma düzeyleridir. Kurumsallaşma, işletmeler için keskin olarak tanımlanması oldukça güç bir kavramdır. Bir işletmeyi tam anlamıyla kurumsallaşmış veya kurumsallaşamamış olarak tanımlamak her zaman doğru değildir. Bu sebeple, işletmelerin kurumsallaşma düzeylerinin yüksekliğinden ya da düşüklüğünden bahsetmek mümkündür. Kurumsallaşma düzeyi yüksek olan işletmeler piyasada ayakta kalmayı başarabilmekte ve rakiplerine göre avantajlı hale gelmektedir. Dünyada ilgi çeken mükemmellik modelleri, işletmelerin kurumsallaşma seviyelerinin ölçülebilmesi için birer araç olarak değerlendirilebilir. Mükemmellik modelleri ile birlikte kurumsallaşmanın önemi giderek artmaktadır. EFQM Mükemmellik Modeli, kuruluşların kurumsallaşma yolunda ne derece başarılı olduklarını gösteren en uygun araçtır. Bu çalışmada, EFQM Mükemmellik Modelindeki kriterler, bulanık çok kriterli karar verme teknikleri ile değerlendirilmiştir. EFQM Mükemmellik Modelinin ana kriterleri arasındaki ilişkiyi belirlemek için bulanık DEMATEL yöntemi kullanılmıştır. Bulanık DEMATEL yönteminden elde edilen ilişki diyagramına göre, bulanık ANP yöntemi kullanılarak alt kriterlerin uzman değerlendirmelerine göre kriter ağırlıkları bulunmuştur. Bu yolla, EFQM Mükemmellik Modelindeki alt kriterlerin ağırlıkları uzmanların değerlendirmelerine göre yeniden belirlenmiştir. Daha önce EFQM değerlendirme sürecinden geçmiş olan 6 kamu kurumunun EFQM puanları kullanılarak ve belirlenen kriter ağırlıkları VİKOR yöntemine girdi olarak sağlanarak, kurumlar kurumsallaşma düzeylerine göre sıralanmıştır. Önerilen yönteme göre elde edilen kurum puanları ile EFQM değerlendiricilerinin aynı kurumlara verdikleri puanlar istatistiksel olarak analiz edilmiş ve önerilen yöntemin anlamlı sonuçlar ürettiği test edilmiştir.Nowadays, it is becoming gradually more difficult for enterprises to survive under increasingly competitive conditions. Therefore, the most important feature that separates businesses which survive without losing any businesses is the level of institutionalization. Institutionalization is a very challenging concept to be defined as sharp for businesses. It is not always right to define an enterprise as fully institutionalized and non-institutionalized. Therefore, it is feasible to talk about how the high or low level of institutionalization of companies. In tandem with this, enterprises with the advanced level of institutionalization can survive in the market and become more advantageous comparing to their competitors. There are some interesting excellence models in the world those can be considered as a tool for measuring the level of institutionalization of enterprises. Hence, with the excellence models, the significance of institutionalization is steadily increasing. EFQM Excellence Model is the most appropriate tool to show how successful organizations are in their institutionalization process. In this study, criteria in the EFQM Excellence Model, are evaluated by Fuzzy multi-criteria decision-making techniques. Also, Fuzzy DEMATEL method was used to determine the relationship between the main criteria of the EFQM Excellence Model. According to the relationship diagram that is obtained from Fuzzy DEMATEL method, Fuzzy ANP method was used to find the criteria weights of the sub-criteria according to the expert evaluations. In this wise, the weights of the sub-criteria in the EFQM Excellence Model have been redefined according to the assessments of experts. Institutions are ranked according to their institutionalization levels by using EFQM scores of 6 public institutions that have passed EFQM evaluation process before and the determined criteria weights are input to VİKOR method. The institutional scores obtained by the proposed method and the scores given by the EFQM Assessors to the same institutions were statistically analyzed, and it was tested that the propose method produces significant results

Torsion of term gravid uterus with a large leiomyoma

Torsion of gravid uterus is a rare obstetric event and it is almost always diagnosed during cesarean section. Leiomyomas and previous cesarean sections are predisposing risk factors. We report a case of 180 degree torsion of a term gravid uterus with only symptom of hematuria

Sublingual buprenorphine/naloxone treatment is not affected by OPRM1 A118G and BDNF Va66Met polymorphisms, but alters the plasma beta-endorphin and BDNF levels in individuals with opioid use disorder

The study aimed to examine the genetic contribution to buprenorphine (BUP) treatment in individuals with opioid use disorder (OUD), with a specific focus on BDNF and OPRM1 genes. A total of 113 controls and 111 OUD patients receiving sublingual BUP/naloxone were enrolled. OPRM1 A118G and BDNF Val66Met polymorphisms were investigated by PCR-FRLP. Plasma BDNF and beta-endorphin levels were assessed by ELISA kits in both groups. Blood BUP levels were measured by LC-MS/MS and normalized with daily BUP dose (BUP/D). OPRM1 A118G and BDNF Val66Met polymorphisms didn't have an effect on plasma beta-endorphin and BDNF levels in OUD patients, respectively. Interestingly, OUD patients had significantly higher plasma BDNF and lower beta-endorphin levels compared to the controls (p < 0.001). A negative and significant correlation between plasma BUP/D and BDNF levels was found. Age onset of first use was associated with OPRM1 A118G polymorphism. The findings indicated that sublingual BUP/naloxone may increase plasma BDNF levels, but may decrease beta-endorphin levels in individuals with OUD. Plasma BDNF level seemed to be decreased in a BUP/D concentration-dependent manner. © 2022 Elsevier B.V

Mahler’in Ayrışma-Bireyleşme Kuramına Göre Küçük Kara Balık Kitabı’nın İncelenmesi

Bu çalışmanın amacı Küçük Kara Balık kitabındaki Küçük Kara Balık’ın yaşam olaylarının, bu yaşam olaylarına gösterdiği tepkilerin ve duygularının Mahler’in Ayrışma-Bireyleşme Kuramı kapsamında değerlendirilmesi, karakterin başından geçenlerin Mahler’in teorisi ile örtüşen ve çatışan yerlerinin tartışılmasıdır. Mahler’in kuramı ayrışma-bireyleşmeyi, farklılaşma, alıştırma, yeniden yakınlaşma ve bireyliğin pekişmesi ve coşkusal nesne sürekliliğinin başlangıcı olmak üzere dört alt evre üzerinden incelemektedir. Küçük Kara Balık kitabında asıl incelenen ve ana karakter olan Küçük Kara Balık, annesiyle yaşayan ve amacı dereden ayrılarak denize ulaşmak olan küçük bir balıktır. Çalışma boyunca Küçük Kara Balık karakterine özellikle son üç alt evre açısından odaklanılmış ve anne ile yaşanılan sorunların karakterin davranışları üzerindeki etkileri tartışılmıştır. Karakterin öfke eşiğinin düşüklüğünün ve yaşadığı yutulma korkusunun anne ile öngörülen ilişkinin kurulamadığından kaynaklı olduğu, ancak bu durumun bireyleşme sürecinde kendisi için engelleyici bir faktör olmadığı düşünülmüştür.Publisher's Versio

İstanbul arkeoloji müzeleri Çinili Köşk Müzesi'nde Bulunan 18. ve 19. yüzyıl Kütahya üretimli kahve fincanları

ÖZETTarihsel süreçte, bilhassa Türk toplumlarında bir sanat dalı haline gelen seramik, Osmanlı devrinde gerek günlük kullanım eşyası gerek hediye edilmek için üretilmiştir. 16. yüzyılda kahveyle tanışan Türkler, kahve içmek için seramik kapları kullanmıştır. Osmanlı toplumunda, kahvenin halk arasında yayılması, fincan üretimini sürekli kılmıştır.ABSTRACTThroughout the history, espacially in the Turkish society, ceramic, which has increasingly transformed an art, has been greatly used to produce the objects for both daily life meterials and gifts to be given. In the 16thcentury, Turkish people, who met coffee first time, have used the ceramic pots to drink coffee. In Ottoman society, with coffee being part of daily life, producing the coffee pot was perpuated. After Iznik, Kütahya has a crucial place in manufacturing coffee pots

In what ways are the distinct topics of the Beat Generation represented Jack Kerouac’s “On The Road” and Allen Ginsberg’s “Howl"

Jack Kerouac’s On the Road (1957) and Allen Ginsberg’s Howl (1956) are intricate, sophisticated, and philosophical works that provoke many questions about the American society in the 1950s. Ginsberg’s lyrical and Kerouac’s imaginative style engage the reader in the exploration of the 50s concepts. This essay focuses on what those concepts and topics are and how they are depicted, with close connections between the literary techniques used by both writers. The essay also centers on the lives of both authors, since it is vital to understand their personal lives and world vision to thoroughly understand both literary works. The scope of this essay is limited with On the Road and Howl. However, it also considers secondary materials that supplement our understanding of the work including references to other Beat Movement authors and sections from both authors’ interviews and others literary works when suitable. It involves the exploration of the research question in terms of politics and social life, with reference to Kerouac and Ginsberg’s stand on the explored topics. The essay concludes that although criticism regarding the Beat Generation’s literary stand and ideology came from almost all parts of American society, Beat movement is significant in the modernization of the old institutions. Howl and On the Road simply define the basis of the Beat Generation, and the imminent movements to come. The essay examines four topics of the Beat Movement: Grotesque and Drug Use, Appreciation of Idiosyncrasy, Freedom and Confinement, and Visions of America/The American Dream. It also analyzes the literary techniques employed by Kerouac and Ginsberg to delineate the abovementioned themes to provide a holistic view to the literary works and the movement itself

The mediation role of brand trust on the relationship between brand image and brand loyalty

Bu çalışma, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Selin Küçükkancabaş’ın danışmanlığında Yalçın Erdoğan tarafından yazılan “Marka imajı ve marka güveninin marka sadakati üzerindeki etkileri: Trakya Bölgesi’ndeki kozmetik sektöründe bir uygulama” adlı yüksek lisans tezine dayanılarak hazırlanmıştır.Marka sadakati kavramı, pazarlama literatürünün en önemli unsurlarından biri olarak yoğun ilgi gören bir kavramdır. Marka sadakati ile ilgili mevcut literatür, marka imajının ve özellikle marka güveninin rolleri üzerinde odaklanmaktadır. Bunun sebebi, bu faktörlerin müşterilerin davranışlarına yön veren bilgilerini ve deneyimlerini özetlemesidir. Buradan hareketle, bu çalışmada marka imajı ve marka sadakati arasındaki ilişki ve marka güveninin bu ilişkideki rolü incelenmiştir. Çalışmanın verileri Trakya Bölgesi’nde yaşayan 387 erkek kozmetik ürünleri tüketicisinden toplanmıştır. Çalışmada değişkenler arasındaki ilişkileri incelemek için bir dizi regresyon analizi yapılmıştır. Daha sonra marka güveninin aracı rolünü ortaya koyabilmek için Baron ve Kenny (1986) tarafından önerilen süreçler kullanılmıştır. Çalışmanın sonuçları marka güveninin, marka imajı ile tutumsal marka sadakati arasındaki ilişkiye kısmi olarak aracılık ettiğini ortaya koymuştur.Brand loyalty is attracting intensive attention as one of the most important concepts in marketing literature. The existing literature of brand loyalty has been essentially focused on the roles of brand image and especially brand trust, due to the fact that they summarise consumers’ knowledge and experiences which directs their subsequent actions. From this point of view, this study intends to clarify the relation between brand image and brand loyalty, and also, the role of brand trust in this relation. The data was collected from 387 consumers of male cosmetic products living in Trakya Region. In this study a number of regression analyses were employed to investigate causal relationships among the variables. Then the procedures suggested by Baron and Kenny (1986) were used to examine the mediation role of brand trust. Results of the study revealed that trust partially mediated the relationship between brand image and attitudinal brand loyalty

Association of OPRK1 rs963549 and rs997917 polymorphisms with opioid use disorder and related phenotypes

Aim: To evaluate the association between OPRK1 rs963549 and rs997917 and opioid use disorder (OUD) and related phenotypes. Methods: A sample of 208 individuals with (n = 100) and without (n = 108) OUD were enrolled. OPRK1 rs963549 and rs997917 were analyzed by PCR-RFLP. Craving, opioid withdrawal and the intensity of depressive and anxiety symptoms were measured by the appropriate scales. Results:OPRK1 rs963549 variation showed a trend of association with decreased opioid withdrawal. No significant associations were found between OPRK1 rs963549 and rs997917 polymorphisms and craving, depression or anxiety symptoms. Neither single OPRK1 SNPs nor OPRK1 haplotypes were associated with OUD. Conclusion: Our results could be useful for treatment failures of individuals who experience greater opioid withdrawal due to their OPRK1 rs963549 genotypes

Effect of PDYN rs2281285, rs2235749 and rs910080 gene polymorphisms on the intensity of depression symptoms and negative craving in heroin addicts

The present study was undertaken to explore whether prodynorphin (PDYN) polymorphisms have an effect on the intensity of depressive symptoms and negative craving in heroin addicts in a sample of 100 heroin addicts and 108 controls. PDYN rs2281285, rs2225749 and rs910080 polymorphisms were analyzed by PCR-RFLP. Craving and the intensity of depressive symptoms were measured by the Substance Craving Scale and the Beck Depression Inventory-II, respectively. A significant association between depression severity and PDYN rs2281285 (P=0.026) and rs2225749 (P=0.038) polymorphisms was detected. PDYN rs2225749 variation showed a trend association with increased negative craving (P=0.066). We also examined the associations between heroin dependence and PDYN rs2281285, rs2225749 and rs910080 gene polymorphisms at the gene and haplotype levels. The AAA haplotype was more frequent in heroin addicts and shown to be significantly associated with increased risk for heroin dependence (OR, 8.922; 95% CI, 1.116-71.313; P[removed